Herkesin büyük övgüler düzdüğü Seba döneminin özellikle ikinci 8 yıllık diliminin pek de parlak geçmediğini düşünüyorum demeyeceğim, yakından biliyorum.
Hatta bununla ilgili olarak Yeşilköy'deki tesisi odak alan yaklaşık 150 sayfalık bir incelemem bile var. Çok hatırlı bir dostumun ricasını da dikkate alıp kitap olarak yayınlanmasından vazgeçmiştim.
Yani Seba sonrasındaki Serdar Bilgili ve ardından da Yıldırım Demirören dönemlerinde yapılan çağdaş nitelikli atılımların peşinen destekçisi sayılırdım. Gelgelelim bugün varılan noktada Seba sonrasında Beşiktaş'ın özellikle şu son dönemde koşar adım bir felakete doğru yol aldığı açıkça ortada. Dolayısıyla Seba günleri aranıyor. Nitekim o da çıkıp "Herşey para değil" demek zorunda kaldı.
Elbette ki camia içinden insanlar da neler olupbittiğini rahatlıkla görebiliyor. Ancak bunları dile getirebilmek ve karşı çıkıp seçenekler oluşturabilmek pek kolay değil. Çünkü iktidarın elinde pek çok koz var. Özellikle yabancı yıldız transferi tribünleri çok mutlu edebiliyor. Buna benzer illüzyonlar sürekli kullanılıyor.
Bu illüzyonlardan biri de Beşiktaş'ın Avrupa'da başarılı olduğu yolundaki değerlendirmelerdi. Onu da herkes biliyor ki Siyah Beyazlı takım şu ana kadar tek ciddi rakiple karşılaştı, o da Porto idi, sonuçlar ortada. Dinamo Kiev karşısında ise tam anlamıyla şapka düştü kel göründü. Masal bitti, gerçekler ortaya çıktı.
Sezon başında ve devrearasında yapılan transferlerle Beşiktaş'ın çok büyük bir iş başardığını sananlar az değildi. Bu arada Siyah Beyazlı takımın geçmişteki Fenerbahçe'ye benzemeye başladığını düşünenler de oldu ki tamamen haklıydılar. Ancak o yolun nereye çıktığını ya da çıkmadığını Fenerbahçe çoktan görüp başka bir yere döndü. Devrearasında tek oyuncu bile almayan Sarı Lacivertli takım nerede, Beşiktaş ne durumda, gözümüzün önünde...
Demirören'in yönetim anlayışının Siyah Beyazlı kulübe çok ağır zararlar verdiğini herkes görebiliyor. Ancak buna nasıl engel olunabileceğini kimse kestiremiyor. Özellikle onun şahsına olan 90 milyon liralık borç, yerine geçmeye talip olacakların elini kolunu bağlıyor... Sorun sadece para da değil, federasyonla girişilen anlamsız kavga gündem değiştirmeye dönük bir manevradan başka nedir? Camia ve taraftarın bu kavgaya zerrece aldırış etmediğini yani yönetimin yanında yer almadığını görmek hiç de zor değil.
Ayrıca, İbrahim Üzülmez olayında yaşanan tutarsızlıkları pek çok arkadaşımız görüp yazdı. Bence içlerinde en çarpıcı olanı yine Atıf Keçeci dostumuzun üzerinde durduğu noktaydı. Siyah Beyazlı kulüpten düpedüz kovulan birinin önce A2 takımının başına getirilmesi, ardından ligin son maçında Gaziantepspor karşısında jübilesinin yapılması gibi sözler karşısında, Keçeci'nin sorduğu 'Başkan, jübile yönetmeliğini okumuş mu?' sorusu sanıldığından çok daha fazla şey anlatıyordu.
Bütün bu olupbitenler içinde beni en çok etkileyen nokta da şu: Demirören'in görev süresi içinde yapılan transferlerin hiçbiri yapılmasa demek saçma olur, sadece yüzde 10'u yapılsa ve yüzmilyonlarca dolar kulüpte kalsa, Beşiktaş bundan daha kötü hangi sonuçları alabilirdi?
Neredeyse yarım asra yakın süredir futbolla şöyle ya da böyle ilgileniyorum. Öğrenebildiğim en kesin gerçeklerden biri, transferi çare sanmanın daha büyük bir bataklığa düşmenize yol açtığıdır. Bu bataktan Fenerbahçe kurtuldu, Galatasaray çırpınıyor, Beşiktaş ise Allah selamet versin denilecek bir yere doğru sürükleniyor.
Bursaspor'un mağduriyeti
Bu mağduriyet sözünü tırnak içine almak ya da sonuna bir ünlem işareti koymak uygun olabilirdi. Yeşil Beyazlılar Eskişehir deplasmanında yaşananlar için epeyce sıkı bir isyanın fişeklerini ateşlediler.
Elbette ki haklı oldukları noktalar yok değildi. Ancak büyük fotoğrafa bakmakta da yarar vardı. Sonuçta Ertuğrul Sağlam gerekenlerin söylenmesiyle camiayı sükunete davet ederek çok akıllıca bir iş yaptı. TSYD'de arkadaşlarla topluca maç izlediğimiz bir ortamda şu konu gündeme gelmişti geçenlerde: Hakem hataları konusunda kıyametler koparken Bursaspor'un son iki sezonda hemen hiçbir mağduriyet yaşamayışı ilginç değil mi? Mağduriyet bir yana, geçen sezon Diyarbakır ve Gaziantep maçlarında 'aşırı derecede avantaj' denilebilecek durumların yaşandığı öne sürülüp öteki benzer gelişmeler değerlendirildi. Elbette ki bu sezon iki G.Saray maçında da yaşananlar belleklerde tazeliğini koruyordu. Peki, bütün bunlar gözönüne alındığında sonuç olarak ne söylemek gerekiyor? Galiba en iyisi, bu tür konuları fazla kurcalamayıp işine gücüne bakmak. Yoksa asıl o zaman kendinizi adım adım bir mağduriyete doğru götürmeye başlıyorsunuz.
Taurasi olayı ve sonrası
Taurasi olayı ne yazık ki Türkiye'de bugüne kadar doping konusunda alınan büyük mesafeyi sıfırlayacak kadar yıkıcı etkileri olabilecek türden felaket. Ortalığın biraz daha aydınlanmasının ardından geniş bir yazıyı gerektiriyor.
Ancak böyle bir olayın ardından 'ben de şu zararı gördüm, hayır asıl ben yıkıldım' tarzı açıklamalarla birtakım isteklerde bulunmak da pek desteklenebilecek bir tavır değil. Tazminat hakları ve öteki geri döndürülebilecek durumlar için bir itirazım yok ama daha ötesi için feryat figan halleri de anlamsız.
Bu ülkede insanlar hiçbir suçları olmadan yıllarca hapis yatırılıp sonrasında sadece 'pardon' denilebiliyor. O nedenle, ortalığı büsbütün yangın yerine çevirmenin bir anlamı yok. Özellikle Fenerbahçe'nin kaybı gerçekten çok büyük ama ne yapacaksınız ki ofsayt bir golle yenilip şampiyonluğu kaybetmek gibi sonuçta bunlar da olabiliyor.
Hesabını da soralım, daha fazlasını da yapalım ama şimdi biraz sakin olup savunmanın ne söyleyeceğini dinleyelim.
Hep Lucescu'yu hatırlamak
Sadece ben değil pek çok arkadaşım bugünlerde Lucescu'yu anmadan edemiyor. Bizim tek temsilcimiz kendi evinde bir Ukrayna takımından 4 yerken, onun takımı Roma deplasmanından 3-2'lik galibiyetle dönebiliyor. Böylesine çarpıcı bir durumda Rumen hocanın çok büyük payının bulunduğunu da herkes biliyor.
Lucescu bu tür olağanüstü işleri her zaman olduğu gibi vasat sayılabilecek bir kadroyla yapıyor. Kıyaslamanın hiçbir zorluğu yok. Beşiktaş ve Shakhtar Donetsk kadrolarını karşılıklı yazın bir yere. Hangisinde uluslararası çapta yıldızlar daha fazla görürüz. Üstelik geçmişte Lucescu'nun Beşiktaş'ı, bugünkünden daha zayıf bir kadroyla aynı rakibi 3-1 ve 0-0'la geçmişti. 28 Kasım 2002'deki maçta Beşiktaş'ın yabancıları Cordoba, Zago, Ronaldo, Nouma ve Pancu gibi oyunculardı. Belki büyük yıldız değil ama çok yararlı takım oyuncuları...
Benden önce yazan arkadaşlarımız haklı: Lucescu'yu ülkemizde tutamamış olmak sadece Beşiktaş ve Galatasaray'a değil Türk futboluna da büyük bir kötülük etmiş olmak anlamına geliyor bugün. Onun da katkısıyla Ukrayna füze gibi yükselirken biz yerimizde saymak değil utandırıcı bir gerileme sürecine düştük!
O kitap yazıldı Ercan
Ercan Taner kardeşim Habertürk'te 18 Şubat Cuma günü yayınlanan yazısında, son dönemde yine futbol ve siyaset ilişkilerinin fazlasıyla içiçe geçmesi nedeniyle soruyordu: 'Futbol Politikası' kitabını kim yazacak, diye.
O kitap çoktan yazıldı Ercan kardeşim! Genç denebilecek bir yaşta kaybettiğimiz değerli araştırmacı Mehmet Ali Gökaçtı'nın kitabının adı "Bizim İçin Oyna." Altbaşlığı da: Türkiye'de Futbol ve Siyaset. İletişim Yayınları'ndan çıktı. Ercan Taner'in bu yazısı sayesinde belki birkaç kişi daha alıp okuma isteği duyar. Biz de Gökaçtı kardeşimizi bu vesileyle anmış oluruz. Nur içinde yatsın.
19 Şubat 2011, Cumartesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder