HAYATINI GALATASARAY UĞRUNA ADAMIŞ BİR ADAM. MEKANIN CENNET OLSUN.
Galatasaray’ın içeride dışarıda her maçında, sahanın kenarında, heyecanla takımını tekerlekli sandalyesinde seyreden birini görürseniz bilin ki o Sezgin’dir.
Biz sağlıklı taraftarlar için bile sıkıntılı olan uzak deplasmanlar onun en mutlu anlarıdır. Uzak yakın demeden, sevdalısı olduğu Galatasaray’ın her maçına gider Aslan Sezgin. 4 ay süren bir uğraştan sonra soyadını Özcimbomlu olarak değiştirmeyi başaran Sezgin’in Galatasaray sevgisi aileden geliyor. Henüz 10 yaşındayken abisi Sezgin’i ilk maçına götürür. İlk ateş o maçla içine düşer. Ama tek başına maçlara gitmeye 14 yaşında başlar. Daha sonra da İstanbul, Anadolu demeden Galatasaray’ın her maçına gider. ilk deplasmanı Mersin’dir. Evdekilere Mersin’e maça gidecegini söylediğinde çok büyük bir tepkiyle karşılaşır. O kadar ki babası Sezgin’i ya biz ya Galatasaray gibi çok ağır bir tercihle küçük yaşında baş başa bırakır. “Hiç tereddüt etmeden Galatasaray’ı seçtim ve deplasmana Mersin’e gittim” diyor Sezgin.
Sezgin’i hep üzerinde Galatasaray formasıyla görürsünüz. Fakat bir tane forması var ki onun manevi değeri diğerlerinden çok fazlaymış. “Fatih Terim bana kendi spor mağazasında üretilen parçalı bir Galatasaray forması verdi ve ben senelerce o formayı üstümden çıkarmadım” diyor Sezgin.
“Bir Ankara deplasmanına gidiyoruz. Bizim otobüs Adapazarı-Hendek civarında karşıdan gelen bir arabayla kafa kafaya çarpıştı. Araba paramparça olmuş, arabadakilerin çoğu da kan revan içinde kalmıştı. Ben arka camı kırıp sürünerek arabadan dışarı çıkmayı başardım. Bende hiçbir yara yoktu. Ama bizim arkadaşlarla karşı arabadakilerin çoğu yaralıydı. Ben dışarı çıkar çıkmaz bir polisle bir adam kollarıma girip beni ayağa kaldırdılar. Ayaklarımın üstüne basamadığımı gören bir polis diğer yaralı arkadaşlara sinirlenerek ‘Adamın ayakları kopmuş gıkı çıkmıyor, sizde ufacık yara var ağlayıp duruyorsunuz’ diyerek fırça attı. Beni apar topar alıp hastaneye götürdüler. Hastanede ben bir ara polise ‘Abi, arabamı getirebilir misiniz?’ diye sordum. Polis ‘Ne arabası oğlum arabanız parçalandı, yaşadığına sevin’ dedi. ‘Abi, ben özürlüyüm, tekerlekli sandalyem de bizim otobüsün arkasında bagajdaydı’ dedim. Polis bir müddet durdu. ‘Oğlum, senin ayakların bu kazada kopmadı mı?’ dedi. ‘Yooo, ben küçüklüğümden beri özürlüyüm’ diye yanıtladım. Bu sefer, ‘Ulan, senin ayakların koptu sandığımızdan ilk seni getirdik. O kadar yaralı adamı senin yüzünden orada bıraktık’ diye polis bana kızdı.
Şampiyonluk düğümünü çözecek son maç. Biz Sarıyer’le Sami Yen’de oynarken, Beşiktaş da Trabzon’da Trabzonspor’la karşılaşıyor (1 Haziran 1986). Sami Yen’de mahşeri bir kalabalık var. Saatler öncesinden stadın kapıları kapatılmış. Herkesin gözü maçta, kulağı radyodaki Trabzon-Beşiktaş maçında.
Ben her zamanki gibi Galatasaray kulübesine yakın bir yerde maçı seyrediyorum. Bir ara, yedekler arasında bizim Rambo Yusuf’un elindeki radyoyu fark ettim. O da Beşiktaş maçını dinliyordu. Ben Yusuf’un yanma gidip ‘Abi, şu radyoyu ver de biraz da biz dinleyelim’ dedim. Yusuf da radyoyu bana verdi. Daha radyoyu yeni dinlemeye başlamıştım ki spiker ‘Evet sayın dinleyiciler Karadeniz takımı beraberliği sağladı’ dedi. Trabzon’un golü attığını duyar duymaz tekerlekli sandalyemden kendimi yere attım. O kadar mutluydum ki kendimden geçmiş bir şekilde yerde toprağın üstünde sevinç içinde debelenirken, Derwall de hayret dolu gözlerle beni seyrediyordu. Herhalde bu hareketlerimden dolayı ayaklarımdan sonra aklımı da kaybettiğimi düşünüyordu.
Maalesef sevincimizi kursağımızda bırakan spikerin sesiyle kendime geldim. ‘Rizespor bu golüyle beraberliği yakaladı’ diyordu spiker. Golü Karadeniz ekibinin attığı doğruydu ama arada ufak bir fark vardı. Golü Trabzon değil, diğer maçta Rize atmıştı” diyor, Özcimbomlu Sezgin.
Kaynak: Doğan Kitap
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder